Johan Cruyff “Benim Oyunum”
- Erman Üsküdarlı
- 20 Nis
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 gün önce

Dünya Futbol’unda büyük iz bırakmış Johan Cruyff’un “Benim Oyunum” kitabı herkesin kendinde bir şeyler bulacağı müthiş bir kitap. Hollanda, İspanya ve Amerika deneyimlerini harika bir anlatım diliyle bizlere aktaran Cruyff bugün hala tartışılan konuları yıllar önce çözmüş durumda. Tüm anne babalara, sporculara ve antrenörlere tavsiye ediyorum. Sizlere kitapla ilgili notlar hazırladım.
Ajax sayesinde sadece iyi bir futbolcu değil, adam olmayı da öğrendim. Ailem ayrıca beni ben yapandır.
Yaptığım her şeyi geleceğe bakarak yaptım; ilerlemeye yoğunlaştım ki bu da geçmişi fazla düşünmediğim anlamına geliyor. Sürekli ileri bakmak, yaptığımda daha iyi olmaya yoğunlaşabilmem demek; geçmişe sadece hatalardan neler öğrenebileceğimi görmek için bakarım. Her şey daim ilerleme ve daha iyi olma çabasına asla ara vermemek üzereydi.Benim için her şey sokaklarda başladı. Hatırladığım ilk anlarımdan beri bulduğumuz her yerde futbol oynardık. Dezavantajları avantaja çevirmeyi orda öğrendim. Mesafe kaldırım esasen bir engel değildir, verkaç yaparken takım arkadaşınız rolüne bürünebilir. Top farklı yüzeylerde acayip yönlere sektiğinde anında uyum sağlamak zorunda kalırsınız. Kariyerim bo yunca beklenmeyen açılardan verdiğim pas ve attığım şutlar şaşkınlık yarattı. Tek sebebi böyle büyümemdir. Aynı durum denge konusunda da geçerlidir. Betonda düşünce canınız ciddi şekilde yanar. Haliyle top oynarken bir yandan da düşmemeye dikkat edersiniz. Futbol becerilerimi öncelikle böyle oynamayı öğrenmek ve sürekli duruma göre davranmak zorunda kalmaya mecburum. Bu yüzden çocukların, gençlerin kramponsuz oynatılmasını şiddetle savunuyorum. Çünkü sokakta, düşmemeyi öğrenerek geçirdiğim saatlerden mahrumlar. Çocuklara kramponsuz ayakkabı giydirin, dengeleri korumayı daha iyi öğrensinler.
Hep dediğim gibi, futbolda çalışmak iş değildir. Evet sıkı antrenman yaparsınız ama aynı zamanda eğlenmeniz de gerekir.
Maçların yanı sıra her daim futbolun beş temel özelliğinin korunmasına ve geliştirilmesine çalışırdık; şut çekme, kafa vurma, top sürme, pas verme ve top kontrolü. Kısacası topla daima haşır neşirdik.
Topa tek dokunuşu tekniğin zirvesi sayarım. Ama tek dokunuşu “tek top oynamayı” kusursuzlaştırmak için antrenmanlarda topa binlerce defa dokunmak gerekir ki biz de tam olarak onu yapıyorduk.
Hiçbir futbol antrenörü topu almadan önce nereye pas vereceğimi bilmem gerektiğini söylememişti ama sonraları, profesyonel futbol oynarken beyzboldan edindiğim derslerle bütünü görmeye odaklanmak gerektiğini anladım ve bu en kuvvetli yönüme dönüştü. Beyzbol, futbolla birçok paralelliği bulunduğundan, yeteneği antrenmanda ortaya çıkaran sporlardandır. Başlama hızı, kayma, alan görüşü, bir adım önde düşünmeyi öğrenmek ve daha pek çok şey.Ajax’ın büyük çıkışının temelinde yetenek, teknik ve disiplin harmanı vardı.
Taraftarı mutlu kılmanın işimin parçası olduğunu iyi öğrenmiştim. Seyirciler hafta boyunca çalışıyor, alın teri döküyordu ve tatil günlerinde iyi futbolla ve iyi sonuçlarla onları eğlendirmemiz gerekiyordu.
İyi oyuncu, topa sadece bir defa dokunup nereye koşacağını bilen oyuncudur.
Futbol beyinle oynanan bir oyundur. Doğru yerde ve doğru zamanda, ne erken ne de geç olmanız gerekir.
Kazanmak yoğunlaştığımız sürecin sonucuydu. İlk adım seyircilere haz vermek, ikinci adımsa kazanmaktı.
Futbolda her şey mesafenin bir işlevidir.
Ben oyunun matematiğini, analizini, gelişeceğini sevdim.
Ama temel fikir takım çalışmasıydı. Sahaya takım olarak çıkıyor, sahadan takım olarak ayrılıyor ve eve takım olarak dönüyorduk.
Nazarımda futbolda paranın önemi büyük ama para mutlaka oyunun ardında, ikinci sırada olmalıdır. Para ilk sıradaysa işleri yanlış yürütüyorsunuz demektir. Bu konularda daima tarihteki büyük kulüpleri gösteririm. Ajax, Real Madrid, Barcelona, Bayern Munih, Milan ve Mancherster United. Bu takımların hepsinin altyapılarından gelme sağlam çekirdekleri vardır ve içlerinde kulüplerinin DNA’sını taşıyan oyuncular daima takımlarına fazladan bir şey katarlar.
Yetenek, teknik ve disiplin harmanıyla beraber iyi antrenman ve sağlam liderlik…
Oyunculara serbestlik tanımak, takım içi ilişkilerde zorluklar yaratır.
Liderlikte daima sorumluluk alarak hizmet verilir. Bir ailemin olmasının bana bu konuda yardım ettiğini hep söylemişimdir. Ailem bana başkalarıyla daha fazla ilgilenmeyi öğretti. Bu ilgilenme Total Futbol’un da parçalarından biriydi.
Antrenör olduğumda oyuncularım azami çabayı sarf edecek hevese gelmedikleri zaman işin ne kadar zorlaştığını keşfettim. Bu durumlarda ne kadar çabalarsanız çabalayın, ne kadar isterseniz isteyin başarıya ulaşamazsınız.
Asla tek başınıza başaramazsınız.
Total Futbol, oyuncuların kaliteleri bir yana, esasen mesafe ve konumlanma, pozisyon alma meselesidir. Taktik fikrin özünde bu yatar. Mesafeleri ve takım dizilişini doğru ayarladığınızda her şey yerini bulur. Ayrıca fazlasıyla disiplin gerekir. Takımda kimse kafasına göre oynayamaz.
Defansta asla yapılmaması gereken kaleye giden bir şutun bacaklarınızın arasından geçmesine izin vermektedir. O zaman kalecinin yapacak hiçbir şeyi kalmaz. Kaleci, yedi metrelik kalenin sadece beş metresini savunabilir. Dolasıyla kalan iki metrenin sorumluluğu savunmacılardadır.
Bahsettiğim felsefe esasen çok basittir ve bugün de geçerlidir. Ortada bir top var ve topu ya sen ya rakip alacak. Top sende olursa rakip gol atamaz. Topu iyi kullanırsan arzulanan sonuca ulaşma şansın ulaşmama ihtimalinden fazladır. Bu bakış, işin odağını çaba ve sıkı çalışmadan alıp kalite ve tekniğe döndürüyordu.
Kuvvetimiz dürüstlüğümüzdeydi.
Bir şeyi düzeltemiyorsam rafa kaldırırım. Yeni bir sayfa açar, yeniden başlarım. Aksilikleri kenara bırakırım. Hep demişimdir, yeniden başlayacaksanız iyi başlayın.
Amerika sporda işbirliğinin önemini çok iyi biliyor. Amerikan franchiselarıyla Avrupa kulüpleri arasındaki büyük fark budur. Avrupa’da herkes kendi başının çaresine bakar, kimse oyunun kendisini mümkün en yüksek mertebeye çıkaracak kafaya sahip değilken franchise sisteminde bu ön koşuldur. Amerikalılar en iyiyi ister ve bekler.
Amerika’yla Avrupa arasındaki en büyük fark, Amerika’da sporun okul sistemiyle, Avrupa’daysa kulüp sistemi ile yürütülmesidir. Avrupa’da ilerlemeniz için bir kulübün gözlemcileri tarafından izlenmeniz gerekirken ABD’de spor, müfredatın önemli bir parçasıdır. Herkes okula gittiğinden, herkesin bir şansı vardır. Sporla okulun apayrı disiplinler olduğu Avrupa’ya taban tabana zır bir durumdur. Avrupa’da okul başka spor başka şeydir. Hatadır bu. Amerika’da bir çocuk hem doktor veya avukat hem futbolcu olabilir. Birbirinden ayrı tutulan kariyer yolları değildir hiçbiri, birliktedirler. Amerikalılar için ders çalışmakla spor yapmak madalyonun iki yüzüdür. Biz onları ayırırken onlar bir araya getirirler. Bu yüzden Amerika’dan Einstein spordan, sporcular Einstein’den anlar.
Futbolu kafanla oynarsın, bacaklarınla koşarsın.
Bütün mesele nasıl baktığınızdadır.
Hep en iyi on bir oyuncu değil, birbirlerine en çok uyan bir grup düşündüm.
Bir oyuncuya müsamaha göstermeye başladığınız anda bir diğeri söz dinlememeye başlar ve sonunda oyuncularınız parmaklarınızın arasından kayıp gider.
Bir oyuncu benden bir şeyler öğrenebilmelidir. Öğrenmezse vedalaşırız. Yoluma devam etmem gerekir. İşin fenası bu tür oyuncular genelde en nazik, en iyi, en sevimlileridir. Ama kurtulmanız gerekenlerde onlardır.
Santrfora ilk savunmacı olduğunu söyleyerek, kaleciye ilk hücumcu olduğunu anlatarak ve savunmacılara oyun alanının uzunluğunu belirleyeceklerini öğreterek gelenekseli yıkma peşindeydim.
Futbolda mola alınamadığından, antrenmanlarda tüm olasılıkları çalışmak şarttır.
Farklı makamlar farklı nitelikler gerektirir. Oyuncular ve antrenörler takım dizilişini haddinden büyük bir soruna dönüştürüyorlardı. Oysa çok basitti. Topu kaptığında alanı genişletecek, kaybettiğindeyse daraltacaksın. O kadar. Bu çocuklukta öğrenilebilecek temel ilkedir.
Kulübün en önemli parçası CEO değil ilk on birdir. Takım iyi performans gösterirse para kazanılır; antrenmanlar yolunda ve herkes memnun demektir.
Gelişmenin yolu İspanya ve İtalya’da yapılanları kopyalamaktan değil, önce kendine bakmaktan geçer. Kendine bakmak, becerilerini saptamak ve eksiklerini gidermek demektedir. Bir Alman’dan Hollandalı gibi oynaması gerektiği talebinde bulamazsınız.
Futbol çeşitli uzmanlıklardan oluşur ve her uzmanın kendi özelliği vardır. Haliyle uzmanları, belli parametreler dahilinde işlerini yapmaya bırakmak gerekir. Bir uzmana ne yapacağı asla söylenmemelidir.
Pek çok CEO ve yönetici, alttakileri kontrol etmeleri gerektiğini düşünmüştür ama işin aslı, tam tersi olmalıdır. Daha iyi bilenlerin yol göstermesine izin verilmelidir. Böyleleri, işi nasıl yapacaklarını bilmemelerine rağmen şişkin egolarının esiri olurlar. Yöneticileri, işleri başkaları hallederken sıklıkla öne çıkma hevesinde görürsünüz. Hep dediğim gibi işi uzmanlarına bırakmak gerekir. Dişiniz ağrıyınca dişçiye gidersiniz çünkü dişten dişçi anlar.
Yemek yerken çatal bıçak kullanırsınız Yüz sene önce de böyleydi yüz sene sonra da böyle olacak. Bazı şeyler değişmez. Aynısı futbolda da geçerlidir. Önce temeller yerinde olmalı ki üzerine bina çıkabilsin. Hollanda’ da temeller bozuldu. Yemeği en harika aşçılar hazırlıyor ama biz, çatal bıçak kullanmayı unuttuk. Güzel örneklerden biri de kalecilerdir. 1992’de kurallar değiştirilip geri pasları elle tutmaları yasaklandığında, kaleciler topa vuruş tekniklerini geliştirmek zorunda kaldılar. O zamana dek çoğu kalecinin tekniği zayıftı. Bugünlerde kaleciler iki ayaklarını da kullanabiliyorlar. Peki, kaleciler bu durumdayken diğer oyuncuların hala dörtte birinin iki ayak kullanabilmesi niye ?
Futbol tamamen ayakla oynanan tek spordur. O yüzden hata ihtimali yüksektir. Mola alınmaz, haliyle maç sırasında takım yönetmek iyice zorlaşır ve hata ihtimali de artar. Hata olasılıklarını oyunun kurallarında bile görürsünüz. Kurallarda çizgiyi geçmeyen bir topun gol sayılabilmesini sağlayacak özel öğeler mevcuttur. Dolayısıyla maçtan sonra bir yerlere gidip konuşursunuz. Bu tür şeyler tartışma ve atmosfer yaratır. Hepsi futbolun parçasıdır. Gol çizgisi teknolojisini alın, sohbet biter. Futbol tartışmanın en güzel tarafı, herkesin gönlünce konuşabilmesidir ve konuşan çoğunlukla yanılma bile her zaman kısmen haklıdır. Futbolun harika yanı budur böyle izlemeyi sürdürmemiz gerekir.
Kendinizi analiz etmeden başkasını analiz edemezsiniz. Çalıştırma sürecini sporcuya göre düzenlemek biz çalıştırıcıların işidir ve bu tür çalışmalar genellikle tartışma yaratır.
Spor dersleri mecburi olmalı. İnsanların daha sağlıklı olması devlete servet kazandıracağından mecburi spor herkesin faydasınadır. Diyabet, gençler gittikçe daha hareketsizleştiği için yayılma eğilimi gösteriyor.
Johan Cruyff’un On Dört Kuralı
1. Takım Oyunculuğu “ Başarmak için birlikte çalışmalısınız”
2. Sorumluluk “ Her şeyle kendinize aitmiş gibi ilgilenin”
3. Saygı “Birbirinize saygı duyun”
4. Bütünleşme “Faaliyetlerinize başkalarını da katın”
5. İnisiyatif “Yeni şeyler yapmaktan çekinmeyin”
6. Hocalık “Takım içinde daima birbirinize yardım edin”
7. Kişilik “ Kendiniz olun”
8. Sosyalleşme “ Sporda ve hayatta karşılıklı etkileşim elzemdir”
9. Teknik “ Temeli bilin”
10. Taktik “Ne yapılacağını bilin”
11. Gelişme “Spor hem ruhu hem bedeni kuvvetlendirir”
12. Öğrenmek “Her gün yeni bir şey öğrenmeye çalışın”
13. Birlikte oynamak “Her oyunun elzem parçasıdır”
14. Yaratıcılık “Spora güzellik getirin”
Durumdan doğru dersi çıkarabildiğiniz ve hatalarınızdan yolunuza devam etmek üzere faydalanabildiğiniz sürece utanca yer yoktur.
Sorumluluk sahibi bir spor adamı olarak hatırlanmak istiyorum.
Johan Cruyff Benim Oyunum Çeviri : Algan SezgintürediDomingo Yayınları270 sayfa
Comments